SOHBET - CHAT

http://yarisma.hurriyet.com.tr/images/banner.gif" style="font-size: 11px; width: 377px; font-family: arial; height: 46px;" onclick="focus();select();" name="http://yarisma.hurriyet.com.tr/images/banner.gif" rows="3" cols="14">

http://yarisma.hurriyet.com.tr/images/banner.gif" style="font-size: 11px; width: 377px; font-family: arial; height: 46px;" onclick="focus();select();" name="http://yarisma.hurriyet.com.tr/images/banner.gif" rows="3" cols="14">

31 Ocak 2008 Perşembe

TERAZİLERİN BİR BAŞKA YÜZÜ


Neşeli güler yüzlü hoş sohbet bir Teraziyle karşılaştığınız zaman bütün Teraziler’in tatlı ve sempatik olduklarını sakın zannetmeyin. Hatta, o esprileriyle bütün kaygılarınızı silip süpüren dostunuz Terazi bile asık suratlı, yanına yaklaşılmaz biri oluverir. Kavga edenleri yatıştıran, arabulucu Terazi tiplerinin kendileri ise, tartışmaktan büyük zevk alır. Çalışkan mı tembel mi, olduğuna karar veremeyeceğiniz tek burç Terazi’dir. Günlerce ve aylarca kafasını kaldırmadan çalışabilir. Kendini paralarcasına çalıştığını görüp ne kadar çalışkan olduğuna karar verirsiniz. Sonra öyle bir tembelleşir ki,kazağını sandalyenin üzerinden alıp dolaba götürmeye üşenir. Hele bir de etrafında pervane olup onun işlerini yapacak birileri varsa Terazi’nin üşengeçlik kefesi giderek ağır basacak, oturduğu koltuktan kalkmayacaktır .Uzaktan baktığınız zaman son derece sakin, huzurlu ve dengeli bir görünümleri vardır. Sanki uyumun yürüyen sembolü gibi dolaşırlar. Ancak yanlarına sokulduğunuz zaman durumun hiç de göründüğü gibi olmadığını anlamanız uzun sürmez. Evet, Terazi’lerin ne kadar huzursuz tipler olduklarını ancak, yanlarına iyice yaklaştıktan sonra anlayabilirsiniz. Fakat, bütün huzursuzluğuna rağmen yine de aceleci ve telaşlı davranmaz. Hatta rahatlığı sizi öldürebilir. Neredeyse vurdum duymaz denilecek derecede sakin davranır. Bu çelişkili durumun sadece sizi şaşırtacağını düşünmeyin çünkü, kendileri de zaman zaman sergiledikleri çelişkilerin farkına varıp çok şaşırırlar. Terazi burcu adından da anlaşılacağı gibi iki kefesi olan bir teraziyle sembolize edilir. Bu aynı zamanda adaletin simgesidir. Ve Teraziler adil olmak için o kadar çok uğraşırlar ki, karşılaştıkları durumları enine boyuna ölçüp tartarlar ve bir türlü tartma işleminin sonunu getiremezler. Ya da bu işlem çok uzun sürer. Çünkü, terazinin kefelerinden biri yukarıdayken diğeri aşağıdadır. Her ikisi de aynı düzlemde duruncaya, dengeye gelinceye kadar çok inip çıkarlar. Terazi insanları da dengeyi buluncaya kadar hem duygusal hem de zihinsel açıdan iniş çıkışlar yaşar ve bir türlü dengeyi tutturamazlar. Tabii bu sırada birçok çelişkileri de içlerinde barındırırlar. Yani günün bir bölümünde son derece tatlı, cana yakın, esprili, çekici biriyken günün bir bölümünde sinir bozucu, kavgacı, inatçı, huzursuz, sıkıntılı, karamsar ve şaşkın biri olabilir. Yani kefelerin iki ucu bir aşağı bir yukarı sallanır durur. Tabii bu arada karar vermesi de mümkün değildir. O kadar çok açıdan değerlendirip o kadar çeşitli düşünceler içinde bulunurlar ki, hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmak istemezler. Hatta herbir şeyi iki kez tartıp sonra karar vermeyi düşünür. Neden ve sonuçları parlak bir mantıkla inceledikten sonra doğru ve hakça bir karara varır. Bir kez karar verdikten sonra da dengesine kavuşacaktır. Dengeyi yakalayan Teraziler harikadır. Ve bu dengesini yeni bir karar dönemine girinceye kadar sürdürür. Daha doğrusu kararsız kaldığı durumla karşılaşıncaya kadar.
Beni çok iyi anlatığını düşündüğüm bir yazıydı. Sizinle de onun için paylaşmak istedim. Bazı yerleri uymuyor ama artık idare edeceğiz. Umarım beğenirsiniz.

30 Ocak 2008 Çarşamba

PORSELEN DEMLİK ÇAY SAATİ ETKİNLİĞİ 12

En sevdiğim salatalardan biri. Patatesin her türü hoşuma gider. Kızartması,salatası,yemeği,kumpir vs..Muhteşem bir besin girdiği her yemeğe tad katıyor.Tarif dünyası arkadaşımın etkinlik davetini alınca ne zamandır yapmadığım patates salatasını hemen yapayım dedim.
Hemen yaptım salatayı.Ben zaten salata hastasıyım. Ömrü rejimle geçmiş bir insan salataları sevmezse zaten yaşayamaz. Rejimdeyken mayonezle olan salatalara yanlızca sarımsaklı yoğurt koyuyorum. Yağ koyulacak salataya ise ya hiç yağ koymuyorum, ya da çok az zeytinyağı koyuyorum. Aslında beslene bilsemde hep salata ile beslensem hiç kilo almazdım. Ama hep salatayla olmuyor. Hele blogçu arkadaşlarımın sitesindeki tarifleri dayanıpta denemesem. Tabi bazılarını deniyorum. Kardeşim diyor ki:" abla baktığın bu yemek ve pastaların hepsini yapsan bari". Ben onların hepsini yapıp denersem 200 kilo olurum diyorum.
Bu sırada patates salatam acılı ve bol limonlu olmuş. Tam benim istediğim gibi. Siz ölçüleri istediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz.




MALZEMELER:

4 büyük boy patates
1 bağ maydanoz
1 bağ yeşil soğan
1 tane limon
1/2 su bardağı zeytinyağı
tuz,karabiber
kırmızıbiber

YAPILIŞI:

Patatesler haşlanır. Kabukları soyulur. Küp küp doğranır. Üzerinedoğranmış soğan ve maydanoz konur. Ayrı bir kapta zeytinyağı,limon suyu, tuz,karabiber ve kırmızıbiber çırpılır. Patateslerin üzerine dökülür. iyice harmanlanır.

KÜNEFE

Bu tarifi hazırlarken binbirçeşni arkadaşımızın geleneksel tatlılar etkinliğine katılmayı amaçladım. Bir haftadır ne yapsam diye düşünürken aklıma bir iki gün önce bu tatlı geldi. Bu tatlıyı eşim ve çevremdeki bir çok insan çok seviyor. Benim şerbetli tatlılarla pek aram yotur ama eşim içinarada sırada yapmaya çalışıyorum. Çok ağır olmayan lezzetli bir tatlıdır. Ama sıcak sıcak yenmesi gereken bir tatlı. Soğuduğu zaman lezzeti bozulur peyniri sertleşir. Benim ogün misafirim olduğu için büyük tepside yaptım. Ama isteyenlere porsiyonluk kaplarda var. Birde bu kadayıfın özel pişirme aleti var. Etkinliğin günü az kaldığı için çok uğraşmak istemedim daha sonra hem porsiyonluk kapları hemde pişirme aletinin resimlerini çeker sizlerle paylaşırım. İnşallah dener ve beğenirsiniz.


MALZEMELER:

500 gr kadayıf
tuzsuz antakya peyniri
sadeyağ

Şerbeti için:

1 kilo şeker
1 litre su
1/2 limon


YAPILIŞI:

Şerbeti hazırlanır. Şeker ve su kaynatılır. Ocaktan indirmeye yakın limonla bir taşım kaynatılır ve soğuma bırakılır. Ayrı bir yerde kadayıflar didiklenir. Ufak ufak doğranır.Tencerede sadeyağ ile harmanlanır. İkiye bölünür.Yarısı sadeyağla yağlanmış tepsiye eşit orantıyla yayılır. Üzerine hiç açıkta bir yer kalmayacak şekilde peynir yayılır. Ama kenarlardan biraz açıklık bırakın yoksa pişerken akar tepsiye yapışır. Üzerine ayrılan kadayıfıda eşit yayın.Pişirme aparatında ilk önce altını kızattın.Sonra yağlanmış tepsiye ters çevirip diğer tarafınıda pişirin. Dilimlenip servis yapın.

27 Ocak 2008 Pazar

HERKES İÇİN BİRAZ MUTLULUK


Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile, “Bu adam bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor “diye.
Birisi nasıl olduğunu sorsa “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep. “Bomba gibiyim...” Jerry bir doğal motivasyoncuydu. Yanında çalışanlardan biri o gün, kötü bir gündeyse, Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.
Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni. Bir gün Jerry’ye gittim “Anlamıyorum” dedim. “Nasıl oluyor da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun. Nasıl başarıyorsun bunu?..”
“Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki seçimin var. Havan ya iyi olacak, ya kötü... derim. Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda gene iki seçimim var. Kurban olmak, ya da ders almak. Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var. Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını seçerim. “Yok yahu “
diye protesto ettim. “Bu kadar kolay yani”
“Evet... Kolay... dedi. Jerry “Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin...Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin... Yani sen hayatını nasıl yaşayacağını seçersin...”
Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu uzun yıllar görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.
Yıllar sonra, Jerry’nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun için gelen hırsızlar paniğe kapılıp Jerry’yi delik deşik etmişler... Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış. Taburcu edildiğinde kurşunların bazıları hala vücudundaymış.
Ben onu olaydan altı ay sonra gördüm. “Nasılsın” diye sorduğumda “Bomba gibiyim” dedi.
“Bomba gibi”
“Olay sırasında neler hissettin Jerry” dedim.
“Yerde yatarken iki seçimim var diye düşündüm... Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü... Ben yaşamayı seçtim.”
“Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi!”
“Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep “İyileşeceksin merak etme” dediler.
Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerken doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana “Bu adam ölmüş” diyordu. Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım.
“Ne yaptın” diye merakla sordum...
Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak her hangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu. “Evet” diye yanıt verdim. “Var”. Doktorlar ve hemşireler merakla sustular. Derin bir nefes alarak kendimi topladım ve bağırdım. “Benim kurşunlara alerjim var!.. Doktor ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım. Ben yaşamayı seçtim. “Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil...”
Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni bir ders oldu.
Hergün hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim. Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu...

Bu yazıyı okudunuz şimdi iki seçiminiz var.
1. Unutup gitmek
2. Kesip saklamak, fotokopisini çıkarıp, dostlarınıza dağıtmak.
Francie Baltazar Schartz’ın yazısını okuduktan sonra düşündüm, iki seçimim vardı. Çöpe atmak yada sizlerle paylaşmak.
BEN SEÇİMİMİ YAPTIM. YA SEN?..

26 Ocak 2008 Cumartesi

FUNDA VE TUZDA TAVUK

Birkaç gündür kafam hiç yerinde değil. Bizim Funda hanım'la büyük sorunlarımız var. Bizden ayrılmak istemiyor. Ya eşimi ya da beni yanında istiyor. İşe gitmeyin, yanımda oturun,ama ben başkalarıyla oyun oynar keyfime bakarım diyor. Beni huzursuz ediyor. Kime bırakırsam bırakayım,Ağlıyor, vızırdanıyor, yemek yemiyor ve kusuyor. Bıraktığım kişilerde yabancı değil, halası yada annennesi. Devamlı onların yanında olan çocuk şimdi onları istemiyor. Konuşuyorum, anlatıyorum. Babada bende çalışmak zorundayız. Kazandığımız paralarla sana çikolata, şeker, sakız alırız diyorum tamam diyor. Ozaman hadi artık ben işe gideyim deyince hayır gidemezsin diyor. Baba nerde diye ağlıyormuş. Bende diyorumki ağlarsan baba gelmez diyorum.Gelmesin diyor. Baba gelsin diye ağlarken,gelmesin diyor. Ne yaptığını ben anlamıyorum bu çocuğun.Bence yalnızca kendi dediğini bize kabul ettirmeye çalışıyor. Benise hala işe devam ediyorum. En azından ağlayarak hiç bir şey yaptıramayacağını öğrensin diye. Her istediğin olmayacağını öğrensin diye. Yalnızca biraz daha fazla vakit ayırmaya başladım. İşe geç gelip erken gidiyorum. Bu sırada bloga hergün birşeyler ekleyebilirim inşallah. Yorum bırakamazsam yada gecikirsem gücenmeyin arkadaşlar. bu durumda geçecek ama ne zaman bilmiyorum. Görümceme bakarsanız ağlar ağlar unutur. Siz yalnızca izah edin "biz işe gideceğiz akşama geleceğiz. Buna zorunluyuz"diye. Bizde öyle yapıyoruz. Bakalım ne kadar başarılı olacağız.


Bugün size çok değişik bir tarif vereceğim. Ama bence çok lezzetli ve çok basit bir tarif herkese tavsiye ederim. Resimde görülen tavuğu Mesut Usta yaptı. Ona çok teşekkür ederim




MALZEMELER:



1 bütün tavuk

250 gr kalın tuz

1/2 su bardağı su




YAPILIŞI:



Tuz su ile macun kıvamına gelinceye kadar yoğrulur. Tavuk fırın tepsisine yerleştirilir. Açık olan karın kısmı folyo ile doldurulur. Üzerine tuz sıvanır. Fırında tuz çatlamaya başlayıncaya kadar pişirilir. Tuz üzerinden soyulur.deriside soyulur ve servis yapılır.(derisi çok tuzlu olur)

25 Ocak 2008 Cuma

KANAT ÇORBASI

Adı neden" kanat çorbası" derseniz tavuk kanadıyla yapılmasından dolayı. Babamın en sevdiği çorbadır. Buna bayılır, hergün yapsan yok demez. Bizim iş yerinde de personel arasında sevilen bir yemektir. Bazen kanat olmasada didiklenmiş tavukla genede yapıyoruz. Ama kanatla daha lezzetli oluyor. Salçalı hafif acılı nefis bir çorba. Soğuk kış gününde insanın içini ısıtıyor.

Kış günü bizim evden çorba eksik olmaz. Vazgeçilmez bir yemektir. Ben eskiden değişik çorbalar denemeye bayılırdım. Ama kocam değişik lezzetlere hiç açık değil. Onun için değişik şeyleri bazen kendim için deniyorum.Ama dediğim gibi bu çorbaya herkes bayılıyor.

Tarifi ise:




MALZEMELER:



1/2 kilo kanat

1 su bardağı pirinç

1 su bardağı nohut

2 kaşık antep biber salçası

1 kaşık antep domates salçası

1,5 litre su

tuz , karabiber



YAPILIŞI:



Kanatlar haşlanır ve didiklenir. Bir tencerede salçalar kavrulur.Üzerine su dökülür, tavuk kanatları, pirinci ve nohutu konur. Tuz ve karabiber eklenir. Pirinçler suyu ile özleşip, pişince ocaktan indirilir.

24 Ocak 2008 Perşembe

AŞURE

Aşure benim en sevdiğim tatlılardan biridir. Eşimde bayılır. Öncelerden annem aşure ayı olmasa bile çok "nolur nolur" dersek yapardı. Ama artık yalnızca aşure ayından Aşure ayına yapıyoruz. Çünkü çok kilo alıyoruz. Bizim evde mümkün olduğkadar kızartma,pasta,börek,çörek ve tatlı ürünleri yapmak yasak ve bunların hepsi çok sevdiğim şeyler. Gel de dayan bunları yememeye. Ama neyseki aşure ayı geldi gözümüz ve karnımız bayram etti. Tarif tamamen anneme ait. Ellerine sağlık harkulade olmuştu. Onun üzerine ahçı tanımıyorum. İsteyipte yapamayacağı hiç bir şey yok. Yeterki istesin. Ama artık çabuk yoruluyor. Dayanamıyor uzun süre mutfakta durmaya. İçli köfte,yuvarlama ve bilimum Antep yemekleri konusunda muhteşemdir. Kandırabildikçe yaptıracağım Antep yemeklerinden.
Lafı fazla uzatmadan geçelim annemin aşure tarifine:

MALZEMELER:

1 kilo aşurelik bugday(geceden ıslatılmış)
1/2 kilo fasulye (geceden ıslatılmış)
1/2 kilo nohut (geceden ıslatılmış)
1/2 kayısı(geceden ıslatılmış)
1/2 üzüm (geceden ıslatılmış)
3 elma
3 portakal kabuğu
3 kilo şeker
1 tabak fındık
1 tabak nar tanesi
1 tabak toz antepfıstığı
1 tabak dövülmüş ceviz
1 avuç pirinç
1 avuç kırmızı mercimek

YAPILIŞI:

Geceden ıslatılan nohut, fasulye ve buğday teker teker pişirilir. Buğday piştikten sonra kapağı kapatılıp bir kenara bırakılır.İyice açılması için. K ayısılar şerit şerit doğranır. Sonra büyük bir tencereye fasulye, nohut,buğday alınır ve üzerine suyu eklenir.Kaynatılır. Üzüm, kayısı,elma doğranıp içine atılır. Pirinç ,kırmızı mercimek, portakal kabuğu rendesieklenir.iyice kaynatılır.En son şekeri koyulur ve kaynatılır. Şeker koyulmadan bütün malzemeler iyice pişirilir. Yoksa malzemeler sertleşir. Aşure pişince kapağı kapatılır. biraz dinlendirilir. 5 dakika sonra kapağı açılır. Kapaktaki su buharı bütün eve serpilir(bereket için).Sonra kaselere alınıp üzeri süslenir
NOT: Evdeki bakliyatlardan en azından içini bir avuç atarsanız evin bereketi artar derler. börülce ,bakla vs...gibi

23 Ocak 2008 Çarşamba

MUTLULUĞUN GİZİ

Bir tüccar Mutluluğun Gizi’ni öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış. Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş.
Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış: Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş, dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış. Bilge sırayla insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.
Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama Mutluluğun Gizi’ni açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş. ‘Ama sizden bir ricada bulunacağım’, diye eklemiş bilge, delikanlının eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvıyağ koymuş. ‘Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz’.
Delikanlı sarayın merdivenlerini inip-çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış. ‘Güzel, demiş bilge, peki yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvan Başı’nın yaratmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?’ Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş. ‘Öyleyse git, evrenimin harikalarını tanı’, demiş ona bilge. ‘Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.’
İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış.
‘Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?’ diye sormuş bilge. Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş. ‘Peki’, demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi, ‘sana verebileceğim tek bir öğüt var: Mutluluğun Gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.’



Bu da benim okuyup çok beğendiğim kitaplardan biri. Bu kitapta çok etkileyici yazılar var buda bir tanesi çok ibret verici dersler olan bir kitap. Başka yazılarda var bulabilirsem sizlerle onlarıda paylaşacağım..

22 Ocak 2008 Salı

"PORSELEN DEMLİK ÇAY SAATİ ETKİNLİĞİ 11"

Bu etkinliklerin hızına yetişemiyorum katılmadanda yapamıyorum. Bu etkinliğede hobievigardenya70 arkadaşımız ev sahipliği yapmış. Ben bu etkinliğin haberini akasya esintileri arkadaşımın sitesinde gördüm ve katılmak istedim. Bu etkinlikleri çok seviyorum fırsatım ve haberim oldukça katılacağım.
Bu tarif benim bir zamanlar çok sık yaptığım bir tarifti. Bu etkinliğe ne yapayım diye düşünürken aklıma geldi. Bende hep salatalardan mı gidiyorum ne:))) Ama ne yapayım salataları çok seviyorum. Daha bende ne salatalar var.

MAYONEZLİ HAVUÇ SALATASI




MALZEMELER:

3 büyük boy havuç
2 kaşık mayonez
250 gr yoğurt
3 diş sarımsak
1/2 su bardağı yağ
tuz

YAPILIŞI:

Havuçlar rendelenir. Bir tencerede havuclar sıvıyağda çevrilir.(havucun içine yağ koymazsanız hem havuç vücudunuzda hazmı zorlaşır hem de A vitamini ortaya çıkmaz.) Bir kasede mayonez,dövülmüş sarımsak, yoğurtve tuz karıştırılır. İçine soğuyan havuçlar karıştırılır.Buzdolabın da yarım saat dinlendirildikten sonra servis edilir.

İNANILMAZ GERÇEK


"Tesadüf, inançsızların kadere taktıkları isimdir." (Andre Suares)
Amerikan Adlî Tıp Derneğinin 1994' te San Diego' da tertiplenen ödül yemeğinde dernek başkanı Don Harper Mills, aktardığı acayip bir ölüm olayındaki adlî komplikasyonlarla dinleyicilerini şaşkına çevirmişti.Kaderin adaletine dair ince bir nükte taşıyan bu yaşanmış öykü, sanırım sizleri de hayrete sevk edecektir.
23 Mart 1994 te Ronald Opus’ un cesedini inceleyen adlî tabip, onun kafasından yediği kurşunla öldüğü sonucuna vardı.Müteveffa, on katlı bir binanın tepesinden, intihar niyetiyle aşağıya atlamıştı. (Umutsuzluğunu, geride bıraktığı bir notta açıklıyordu.) Ancak, dokuzuncu katın önünden geçerken pencereden gelen bir kurşun başına isabet etmiş, hayatı bu kurşunla sona ermişti. Apartmanın sekizinci kat penceresi düzeyinde cam silicileri korumak için konulmuş bir ağ vardı; ama bu ağın varlığını ne silahı çeken, ne de müteveffa biliyordu. Açıkçası, kurşun olmasaydı, Opus'un intihar girişimi başarılı olamayacak; zemine çakılmadan, sekizinci kattaki ağa takılıp kalacaktı. Bu durumu anlattıktan sonra, "Normal olarak," diye devam etti Dr. Mills, "intihar etmeye karar veren biri, mekanizma tasarladığı gibi olmasa da, bunu eninde sonunda başarır." Opus un dokuz kat aşağıda yere çakılmayıp da dokuzuncu kattan düşüyor olduğu anda başına gelen kurşunla vurulmuş olması, muhtemelen, onun ölüm modunu intihardan cinayete çevirmeyecekti. Fakat, Opus'un intihar girişiminin başarılı olmayışı, savcıyı elinde bir cinayet vakası olduğu düşüncesine itti. Silahın patladığı dokuzuncu kattaki odada yaşlı bir adam ve karısı yaşıyordu. Tartışıyorlardı ve adam kadını silahla tehdit ediyordu. Öyle sinirlenmişti ki, tetiği çekti; fakat mermi kadını ıskalayarak pencereden dışarı yöneldi ve Opus'a isabet etti. Bir insan A şahsını öldürmeye teşebbüs eder, fakat B şahsını öldürürse, o B şahsını öldürmekten suçlu sayılmalı idi. Savcının ulaştığı sonuç buydu. Dolayısıyla, dokuzuncu kattaki yaşlı adam, cinayetten suçluydu. Bu suçlamayla karşı karşıya kaldığında, adam da, karısı da çok şaşırdılar. Çünkü, tetiği çekerken adam da, karısı da silahın dolu olmadığından kesinlikle emindiler. Yaşlı adam uzunca bir süreden beri boş silahla karısını korkutmayı alışkanlık haline getirmişti. Bunu karısı da bilir, o yüzden adamın tehdidine pek aldırmazdı. Kısacası, adamın karısını öldürme kasdı yoktu; silahın dolu olduğunu dahi bilmiyordu. Böylece, Opus'un öldürülmesi bir kaza oluyordu; silah kazara doldurulmuştu. Araştırmalara devam edilince, ölümcül kazadan yaklaşık altı hafta önce yaşlı çiftin oğlunu silahı doldururken gören bir tanık ortaya çıktı. Anlaşıldığına göre, yaşlı kadın oğlundan mali desteğini çekmişti ve babasının annesini silahla korkutma temayülünü bilen oğul, annesini cezalandırma kasdıyla, babasının annesini vuracağını umarak, gizlice silahı doldurmuştu. Annesi ölecek, baba cinayetten suçlanacak, mallar oğula kalacaktı. Artık olay yaşlı çiftin oğlunun Ronald Opus cinayetinden sorumlu olduğu noktasına gelmişti. Tam bu sırada savcının karşısına yeni bir viraj çıktı. Araştırmalara devam edilince, geçen altı hafta içinde anneyle babasının silahla tehdide varan bir tartışma yaşamamaları, dolayısıyla annesinin ölümünü bir türlü başaramayışı nedeniyle, oğulun umutsuzluğunun arttığı anlaşıldı. Bu, onu 23 Mart'ta on katlı binanın tepesinden atlayarak intihar etmeye itmişti. Ancak, ölümü planladığı gibi olmamıştı; dokuzuncu katın önünden geçerken babasının boş zannettiği silahı tetiklemesiyle annesine isabet etmeyip pencereye seken kurşunun kafasına isabet etmesi nedeniyle, Ronald Opus'un hayatı sona ermişti.
Bu hikayeyi bana arkadaşım Burçin mail atmış. Okuduğumda çok ilginç geldi bana. Onun için sizlerle paylaşmak istedim. İnşallah sizlerde seversiniz.
BURÇİN SANA KOCAMANNN TEŞEKKÜRLER. BÖYLE HİKAYELER OLURSA BENİ UNUTMA.

21 Ocak 2008 Pazartesi

ANTEP TERBİYELİ BİFTEK

Bazen içimden yemek tarifi yazmak hiç gelmiyor. Hele de güzel bir hikaye bulursam onu size yazmadan edemiyorum. Ama yemek tarifi yazmadığım zamanda sizleri memnun edememişim gibi bir düşünce oluşuyor. Onun için çoğunlukla yemek yazmak istiyorum. Araya da hikayelerimi sıkıştırıyorum.
Yemeklerimi bazen evde bazen de işyerinde yapıyorum. İşyerinde yemek yaptığımda arkadaşlar bayılıyorlar. Çünkü ben yemek yapmazsam onlar pek yemek yapmıyorlar ve aç kalıyorlar.Bizde bir tabir vardır "tok evin aç kedileri " diye. Lahmacun ve kebap yemekten bıkmışlar. Bu biftek evde yaptığım bir yemek inşallah beğenirsiniz. Tarife gelince:


MALZEMELER:

1 kilo biftek
2 yemek kaşığı antep biber salça
5 diş sarımsak
1/2 su bardağı süt veya
3 kaşık yoğurt
1/2 su bardağı sıvı yağ
tuz,karabiber,kekik

YAPILIŞI:

Bir kapta biftekler ve salça, yağ, dövülmüş sarımsak, yoğurt veya süt, tuz, karabiber,kekik harmanlanır. Ağzı kapaklı bir kapta bir gece buzdolabında bekletilir.(biftek o zaman daha yumuşak olur). Ertesi gün ya teflon tavada, ya ızgarada yada kömür ateşinde pişirilir. Yanında sadeyağlı sade pilav (bizim yöreye özgü bir yağ.Tatlı ve yemeklere kullanılır.Çok güel bir tat ve koku verir.)ve turşu tavsiye ederim.

KIRMIZI BİBER TURŞUSU

Bu turşuyu yaparken ölçü kullanmadım. Göz kararı koydum herşeyini.Benim içinde lezzeti tam yerinde. Bizim ailede herkes çok sever bu turşuyu. özellikle eşim. Ben yapmadığım zaman yada erken bittiği sene marketten alır gelir. Başka turşularıda hiç yemez. Yalnızca bunu yer. Özelliklede sabah kahvaltısında bayılır. Onun için bu sene bol miktarda yaptım ve bir kaç kerede yaptım. Yani 5 kilo bir hafta aldım. 4 kilo bir hafta aldım. Çok büyük kavanozlara yapmadım. Açılan kavanoz çabuk tükensin diye. Turşu bitmeden sizlerede tarifini vermek istedim.






MALZEMELER:


kırmızı bıber

sarımsak

yağ

turşuluk tuz

1 yumurta

su


YAPILIŞI:


Kırmızı biberleri ortadan ikiye yarıp tohumlarını temizledim. Fırın tepsisine yerleştirip biraz yumuşayıncaya kadar pişirdim. Kabuklarını çok kızartmadım. Çünkü ben turşuyu kabuklarını soymadan yapıyorum. Yakarsanız midenizi rahatsız edebilir. Kabuğunuda soyarsam turşu daha kendini bırakmış gibi duruyor. Biz yerken soyuyoruz. Neyse fırından çıkan biberler biraz soğuyunca kavanoza diziyorum.

Geceden ise turşuluk tuzu kavanozunuzun aldığı su oranından biraz daha az su ile ıslatıyorum. Arada bir karıştırıp tuzların erimesini sağlıyorum. Olup olmadığını anlamak için 1 yumurtayı tuzlu suyun içine bırakıyorum. Yumurta suyun yüzünde yüzerse tuzu iyi, dibe batarsa az demektir. Tuzlu su hazır olunca dövülmüş sarımsaklar ve yağ eklenir ve kırmızı biberlerin üzerine dökülür.

20 Ocak 2008 Pazar

EROİN GÜNCESİ

Çocukken bana hep yaşına göre olgun bir kız derlerdi. Hep en büyük bendim,benden küçüklere örnek olmak zorundaydım, okulda başarılı olmak zorundaydım. Yanlışlık, yaramazlık, afacanlık yapamazdım. Konuşmaya başlar başlamaz, düzgün cümlelerle, Anadolu’da geziyor olmamıza rağmen İstanbul türkçesiyle konuşuyordum. Böyle bir çocukluğun ardından ergenliğimle birlikte denge bozuldu. Çünkü büyük bir ihmal, unutulan bir şey vardı:SEVGİ! Bende bu açığımı hep dışarıda karşılamaya çalıştım. Başvurduğum her duvar için başımda bir yumru oluşmuştu. Ama artık yumru oluşabilecek normal bir zemin kalmadığından yada beynim yekpare bir yumruhaline geldiğinden olsa gerek insanlardan uzak durmaya, en fazlası minimum düzeyde ilişki kurmaya karar verdim. Bu asosyallik benim gibi bir insan için çok vahimdi ama kendimi zorluyor, kendimden başka kimseye zarar vermemeye çalışıyordum.
Belli bir kültür ve terbiye ile büyütülmüş, maddi sıkıntı çekmemiş ama hep en çalışkan, en olgun, en terbiyeli olmak zorunda kalmış çocuklardık. Çoğumuzun ailesi ya boşanmış yada çocukları yani bizler yüzünden ayrılamadıkları için senelerce kavga gürültü birbirlerine katlanan ebeveynlerdi. Bize pahalı oyuncaklar alıp güzel okullarda okutmuşlardı. Bizler de bir zamanların en iyi öğrencileri olmuş, zekamızı, yeteneklerimizi ispatlamış, onların deyimiyle bir noktadan sonra kötü arkadaşlar falan yüzünden sapıtmıştık. Hiçbir anne baba kendinde kusur aramıyor, hep aynı tekerlemeyi söylüyordu: Çalıştım, çabaladım, yemedim yedirdim, okusun, adam olsun diye elden geleni yaptım, bir dediğini iki etmedim ama şimdi onun bize yaptığına bak, vallahi yaşlandım, çöktüm, ölümüm bu çocuk yüzünden olacak, doktor, hastane her şeyi denedik gene başlıyor, gene kullanıyor...

İNTİHAR, UMUTSUZLUK İLE CESARETİN KESİŞTİĞİ YERDE GERÇEKLEŞİR!

Bu kitabı okuduğumda çok etkilenmiştim. Hele de yazarın kendisi olduğunu öğrendiğimde ve kitabı yayınlandıktan iki hafta sonra öldüğünü öğrenince çok etkilenmiştim.Allah kimsenin başına bu tür olaylar vermesin.
Ben bu kitabı okuduğumda üniversiteyi yeni bitirmiştim.Nereden çıktı bu kitap şimdi derseniz. Bu kitabı okuduğumda beni en etkileyen bölümünü o zamanki bilgisayarıma kaydetmişti.Bu o bölüm. Kardeşimde o bilgisayarı boşaltırken benim yazılarımı bir klasörde toplamış ve saklamış. Bir hafta önce ortaya çıkardı. O dosyada daha neler var hepsini paylaşmak istiyorum sizlerle. İki gün önce yazdığım o hikayede bu dosyadandı.
Bu sırada kardeşime teşekkür ederim. Arada bir böyle süprizler yapmaya bayılır.Üzerinden seneler geçti. Ben bile unutmuştum.

19 Ocak 2008 Cumartesi

İZMİR KÖFTE

İşte benim en sevdiğim yemeklerden biri İZMİR KÖFTE. Daha doğrusu köftenin her çeşidini severim. Kuru köfte,kadınbudu köfte,hasan paşa köfte vs...Neden bilmiyorum ama çocukluktan beri çok severim köfteyi,birde tavuğu. Ama tabi sevmediğim yemeklerde var. Ama onları saymayayım. Öyle bir özelliğim var ki yemek yaparken çok özenirim. güzel olması için tektek uğraşırım. Kızımda seviyor, köfteyi, tavuğu ,eti. Bunuda onun için yaptım. Ama her zaman olduğu gibi yemedi. Onun için özene bezene hazırladığım yemeklere hazır olana kadar yiyeceğim diyor hazır olunca yemeyeceğim diyor. Bazen de azıcık yiyor. Neyse çenem düşmeden tarife geçeyim:)))


MALZEMELER:

500 gr köftelik kıyma
2 büyük soğan
5 diş sarımsak
1 su bardağı galete unu
1 yumurta
kimyon,köfte baharı
kırmızıbiber,karabiber
tuz,kekik
4 büyük boy patates
4 adet çarliston biber

Sosu için:

2 yemek kaşığı antep biber salçası

1 yemek kaşığı antep domates salçası

1 litre su

tuz,karabiber

YAPILIŞI:

Kıymanın içine baharatlar,galeta unu,yumurta,rendelenmiş soğan ve sarımsak konur ve iyice yoğrulur.Bir gece buzdolabında dinlendirilir. Ertesi gün köftelere tombul birer parmak şekli verilir ve fırın tepsisine dizilir. Öylece fırına verilir.Birazcık rengi değişince fırından çıkarılır. Diğer bir yandan patateste kalın parmak veya elma dilim şeklinde doğranır . Çarliston biberlerle kızgın yağda kızartılır. Köftelerin üzerine dizilir. Diğer bir tencerede biraz sıvıyağın üzerine salçalar alınır ve kavrulur. Biraz tuz, karabiber ve suyu konur ve kaynayana kadar pişirilir. Kaynayan sos köftelerin üzerine dökülür ve fırına verilir. Sosu yemekle özleşene kadar fırında pişirilir.
NOT:Bir gece önceden yoğuracağınız kıymanın içine biraz karbonat atıp yoğurursanız daha sert köfteler elde edrsiniz.
Bu tür köfteleri özelliği çok iyi yoğurmak ve mümkünse bir gece dinlendirmek.

18 Ocak 2008 Cuma

TARHANA ÇORBASI


Soğuk kış günlerinde hep çorba yapılır. Ama ben farkettim ki bloguma hiç çorba yazmamışım. Açılış tarhanaya kısmetmiş. Eşim tarhana çorbasını pek sevmez onun için biraz daha değişik şeyler koyuyorum. Hem de kızım için daha vitaminli bir çorba elde etmiş oluyorum. İnşallah beğenirsiniz.


MALZEMELER:


1 su bardağı tarhana

4 su bardağı et suyu

1 adet domates (rendelenmiş)

1/2 kaşık antep biber salçası

1 adet soğan

tuz,karabiber

yağ



YAPILIŞI:


1-2 saat önceden tarhanayı soğuk et suyuyla ıslatıyoruz. Arada sırada karıştırılır ki tarhana erisin. Pişerken daha kolay oluyor. Bir tencerede soğan pembeleşene kadar kavrulur. Üzerine salça eklenir o da biraz kavrulur,domates eklenir şöyle bir çevrilir. tarhana,tuz karabiber eklenir.Kaynayana kadar karıştırılır.

BİR MASUMUN ÖLÜMÜ


Bu hikayeyi okuduğumda 20 yada 22 yaşlarında bir genç kızdım. O zamanlar çok etkilenmiş ve üzülmüştüm. Yanlış hatırlamıyorsam bana bu hikayeyi arkadaşım göndermişti bu yazıyı. O zamanda hatırlıyorum da hayatı ne kadar boş yaşadığımızı düşünmüştüm. Siz ne kadar düzgün yaşarsanız yaşayın başkasının hataları sizi bu hayattan koparabiliyor.hikayeyi okuduktan sonra sizinde içiniz acıyabilir ama hayata tutunmak zorundayız her ne olursa olsun. Başımıza ne geleceğini bilmesekte, alınyazımızda neler var bilmesekte biz bu hayatı düzgün yaşamak zorundayız. Karşımızdaki ne olursa olsun.

Dün bir partiye gittim anne, bana öğütlediklerin aklımdaydı;
“İçki içme yavrum” demiştin,yalnızca soda içtim anne. Dediğini yaptığım için içim gururla
doluydu,diğerlerine benzemedim içkili araba kullanmadım.
Ben doğru olanı yaptım anne,tıpkı senin dediğin gibi şimdi parti sona eriyor anne ve herkes
içkili, bense sana dönerken sana tek parça döneceğimden emindim.
Arabayı kullanmaya başladım anne, tam yola çıkacaktım, diğer araba beni görmedi anne
bana bir eşyaymışım gibi çarptı. Kaldırımda uzanmış yatarken yaralı, polisin “bu çocuk sarhoş”
dediğini duydum anne.
Bana çarpan sarhoşsa onun hatasını ben mi ödeyeceğim anne?
Burada ölüyorum anne, hayatım bir balon gibi sönecek mi? Etraf kan dolu anne, benim kanımla
hissediyorum,
Birazdan öleceğim. Sana son bir şey söylemek istiyorum anne,
Yemin ederim hiç içmedim, içen ben değildim, onlardı anne!
Galiba bana çarpanla aynı partideydik, tek fark; o sadece sarhoş, bense ölüyorum anne...
İnsanlar neden içer anne?
Şimdi keskin bir acı duyuyorum, tıpkı bıçak gibi. Bana çarpan çocuk yürüyor, görüyorum,
bu haksızlık!
Ben burada yatıyor ve ölüyorum.
Kardeşime söyle ağlamasın anne, babama söyle cesur olsun.
Mezarımın başına ‘babasının kızı’ diye yazmayı unutmasın. Birileri ona içkili araba
kullanmamasını söylemeli anne.
Nefesim tükeniyor anne, gittikçe halsizleşiyorum. Ne olur ağlama arkamdan.
Son bir sorum var.Anne, elveda demeden önce, suçlu ben olmadığım halde ölen neden benim?

17 Ocak 2008 Perşembe

SOĞAN AŞI

Bugün tarifini vereceğim yemek çok eski bir Gaziantep yemeği. Eskiler etini bu kadar bol koyar mıydı bilmiyorum ama annem içine soğan kadar et koydu. Anlayacağınız gibi tarif tamamen anneme ait. Annem çok iyi bir Antep yemekleri aşçısıdır. Kayınvalidesi ve annesinden gördüğü tarifleri başarıla uygular, herkes parmaklarını yer. Ben ise onun küçük bir yamağıyım. Babam kültürüne çok bağlı,damak tadı hala Antep yemeklerini istiyor. Annemde onu hiç kırmaz. Fırsat buldukça bu yemekleri yapar. Tabi benim kızla biraz zor oluyor. Neredeyse düz duvara tırmanacak hiç oturmuyor:)) Uyuduğu zaman hariç:))) Annemde genellikle böyle zamanları seçiyor. Anlayacağınız annem hem iyi bir anne,hem iyi bir eş,hem de iyi bir aşçı. Hem kardeşimle beni büyüttü hem de mükemmel derecede iyi şekilde kızımı büyütüyor. Sabırlı ve öğretici. ANNECİĞiM SANA TEŞEKKÜR EDERİM. Bize kattığın herşey için. Tabi bu sırada babamıda unutmayayım. Onunda kızım üzerinde çok emeği var. Sabrı mükemmel. Tahmin etmediğim kadar sabırlı ve anlayışlı. Hepimizden daha sabırlı. BABACIĞIM SANA DA TEŞEKKÜR EDERİM. Çocuğum sağlıklı ve sevecen büyüyorsa sizlerin sayesinde.
Benim çocuğum prematüre doğdu. 29 haftalık ve 1 kilo doğdu. Çok zorluklar çektik. Ama bu zorluklarda hep benim ailem benim yanımdaydı. Doktorların yaşamaz dediği ve yaşamasına en fazla %15 şans verilen kızım şimdi 2,5 yaşında. Maşallah varlığı ile içimizi ısıtıyor. kızımın üzerlerinde çok büyük emekleri var. Kızımla ilgili detaylı şeyler sonra anlatırım belki. Ama şimdi o günler aklıma geldi ve duygulandım konuyu değiştireyim.
Ya bravo bana konuyu nereden nereye getirdim. ben en iyisi tarife geçeyim. Bu sırada eşim ilk defa yedi ve çok beğendi.



MALZEMELER:

500 gr kuşbaşı et
500 gr arpacık soğan
2 su bardağı nohut
3 diş sarımsak
2 kaşık antep salçası biber
1 kaşık antep salçası domates
tuz,karabiber
1 su bardağı sıvıyağ


YAPILIŞI:

Tencerede et pembeleşinceye kadar kavrulur sonra salçalar kavrulur ve üzerine nohut ve su dökülüp nohut pişmeye yakın temizlenmiş arpacık soğanlar bütün bir şekilde,dövülmüş sarımsak,tuz, karabiber atılır.Eksik suyu tamamlanır ve et,nohut,soğan pişip suyu özlaşene kadar pişirilir.


16 Ocak 2008 Çarşamba

GAVURDAĞI SALATASI

Merhaba Her sabah olduğu gibi sabah işyerini açar açmaz oturdum bilgisayarın başına açtım blogumu geceden beri merak ettiğim şeye baktım ilk önce. Kaç yorum gelmiş. Sağolsun arkadaşlarım beni yanlız bırakmamış. Yorum bıraksalarda bırakmasalarda ben hergün takip ettiklerimdeki ve sık kullanılanlarımdaki arkadaşlara girip beğendiğim şeylere yorum bırakıyorum. Çünkü benim için yorum çok önemli Sizler içinde çok önemlididiye düşünüyorum. Yorum bırakmayanlarada alınmıyorum. İşleri vardır, görmemiş veye fark etmemişlerdir diye düşünüyorum. Ben çok yeni bir blogçuyum. Eski blogçulara ne zamandır imrenerek bakıyorum. İnşallah bende onlar gibi olurum. Bir sürü arkadaşım olur. Bazılarının bloglarına girip yazılarını okuyarak tanımaya çalışıyorum. Beğendiğim tariflerini deniyorum. İşlerim müsade ettikçe tabiki. Ev,iş ve çocuk üçgeninden fırsat kaldıkça. Yorum bırakan arkadaşlara tekrar teşekkür ederim. Sözü daha fazla uzatmadan artık tarife geçsem iyi olacak.

Bu tarif Gaziantep yöresine ait basit ama doyurucu bir salata. Aslında bu salatayı babam biz çocukken çok yapar ve narla süslerdi. Ama bende nar yoktu. Dileyen arkadaşım narlada süsleyebilir.
Şimdiden afiyet olsun.



MALZEMELER:
3 adet domates
1 adet soğan
3adet yeşil biber
ceviz
antep nar ekşisi
limon
antep zeytinyağı
tuz
pul biber

YAPILIŞI:

Domates,biber ve soğan mümkün olduğunca küçük doğrnır ve harmanlanır.(acı sevenlerin pul biber koymasını tavsiye ederim)Salata tabağına alınır ve üzerine bolca dövülmüş ceviz nar ekşisi, biraz limon ,tuz ve zeytinyağı konularak servis yapılır.

15 Ocak 2008 Salı

PORSELEN DEMLİK ÇAY SAATİ ETKİNLİĞİ 10

Arkaşım womentuana beni PORSELEN DEMLİK ÇAY SAATLERİ ETKİNLİLER10'a davet etmiş. Teşekkür ederim. Öyle mutlu oldum ki hemen ne yapacağımı düşünmeye başladım ve aklıma makarna salatası geldi. Aslında ben makarna salatasını keşfedeli 3-4 yıl oldu. ilk görümcemde yemiş ve bayılmıştım. Tam bana göre bir lezzetti. Mayonezi,sarımsaklı yoğurdu,bezelyesi ile süper bir lezzetti. Ondan sonra sık sık yaptığım bir salata oldu. Kime yaptıysam herkes çok beğendi. Daha önceden vardıda ben mikeşfedemedim bilmem. Aslında genç kızlığımdan beri değişik yemek denemeyi seven araştıran biriydim ama.Yada yeni ortaya çıkan lezzetlerden biriydi. Neyse ney sonunda keşfettim ve en beğendiğim salatalarından biri oldu. Tabi ben birtaz görümcemin tarifine bir şeyler ekledim. İnşallah sizde beğenirsiniz.
MAKARNA SALATASI


MALZEMELER:


1 paket makarna
1 kutu konserve bezelye
1 kutu konserve mısır
2 adet havuç haşlanmış
10-15 adet salatalık turşusu
3-4 kaşık mayonez
250 gr yoğurt
3-4 diş sarımsak
tuz

YAPILIŞI:

Makarna kaynamış tuzlu suda haşlanır. süzgeçten geçirilip soğuk suya tutulur. Soğuması için bir kenara bırakılır. Diğer yandan bir kapta mayonez,dövülmüş sarımsak ve yoğurt karıştırılır. Üzerine bezelye,mısır, küp küp doğranmış havuç ve salatalık turşusu,tuz eklenir ve karıştırılır. En son üzerine makarna ilave edilir o da karıştırılır. Buzdolabında 30 dak. dinlendirildiktan sonra servis edilir.

13 Ocak 2008 Pazar

ETLİ KURU FASULYE

Bloguma bir şeyler yazmayı bayılıyorum. Okuduğum öyküleri, pişirdiğim yemekleri sizlerle paylaşmak çok hoşuma gidiyor. Hatta sizin sitelerinize girip yorum bırakmak; helede ilk yorumu bırakmak çok hoşuma gidiyor. Sizlerden gelen yorumlarla da çok mutlu oluyorum. Bu sırada annemler Gaziantep'ten geldiler. Tabiki çeşit çeşit şeyler geldi. Salçalar,biberler,firik,maş,fıstık,kurabiye ve helvalar vb.. çeşit çeşit şeyler. Bunları sizlerle tek tek paylaşmak istiyorum. Ama kart okuyucudaki sorun hala giderilemedi. Fotoğraf makinasındaki resimleri zor indiriyorum. Ama sorun haftaiçi hal olacak herhalde. Çünkü yenisini sipariş ettim. Bugün önceden bilgisayara kaydettiğim yemeğin tarifini yazacağım sizlere. Aslında bu yemek hepinizin yaptığı bir yemek. Ama ben fasulyenin önceden kaynatıp suyunu dökmeden yapıyorum. Çünkü önceden kaynatıp suyunu dökersen bütün vitamini osuyunda gidiyormuş. Bizde vitaminsiz bir yemek yiyormuşuz. Gazını gidermek için haşlamaya gerek yokmuş. Fasulyeyi bir gece önce suya ıslatırız ya ertesi gün o suyu döküp bir güzel birkaç su fasulyeleri yıkarsak yeterliymiş. Benim annem çok eskilerden beri fasulye ve nohutu pişirirken hiç haşlamadan pişirir ve çok lezzetli özlü bir yemek olur. Ben birkaç kere haşlayıp suyunu döküp öyle pişirdim fasulyeyi hiç lezzeti kalmadı. Suyuda duru oldu.
Geçelim tarife...


MALZEMELER:

2 su bardağı kuru fasulye(önceden ıslatılmış)
250 gr kuzu eti
2 diş sarımsak
1 büyük soğan
1 litre su
2 kaşık antep salçası(biber ve domates karışık)
tuz,karabiber

YAPILIŞI:
Tencerede kuşbaşı doğranmış kuzu eti suyunu çekip pembeleşinceye kadar kavrulur.Sonra yemeklik doğranmış soğan ve sarımsak pembeleşinceye kadar kavrulur.Üzerine salça koyulur ve kokusu çıkana kadar kavrulur.(benden tavsiye ben her salça ve domates koyduğum bir adet kesme şeker atarım asidini yani ekşimtrak tadını alır.yemek daha lezzetli olur) Fasulyeyi salçalı sosla biraz çevirip tuzu,suyu ve karabiberi eklenip fasulyeler iyice yumuşayana kadar pişirilir.

HAYAT DERSİ

"Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır. Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahidine, çalıştığı konut yapım işimden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var ki;müteahhit iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!..İşini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. "Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye". Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar miydi!
Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zamanda, yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, şoka girerek, kendi kurduğumuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. "Hayat bir kendin yap tasarımıdır" demiştir biri. Bugün yaptığınız davranış ve seçimler, yarın yaşayacağınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun.

12 Ocak 2008 Cumartesi

KRALIN DERSİ

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak?. Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde.
"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral.
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.

MELEK ANNE


Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazirlanan bir bebek varmis. Bir gün Tanri'ya sormus:
-Tanrim, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler, fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki, orada nasıl yaşayacağım?
-Tüm meleklerin arasından senin için bir tanesini seçtim. O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak. Meleğin sana hergün sarkı söyleyecek ve gülümseyecek. Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın.
-Pekiiiii... İnsanlar bana birseyler söylediklerinde, dillerini bilmeden söylenenleri nasıl anlayacağım?
-Meleğin sana dünyada duyabileceğin en güzel ve tatlı sözcükleri söyleyecek, sana konuşmayı dikkatle ve sevgiyle öğretecek.
-Peki Tanrım, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?
-Meleğin sana ellerini açarak bana dua etmeyi de öğretecek.
-Dünyada kötü adamlar olduğunu duydum, beni kim koruyacak?
-Meleğin seni kendi hayatı pahasına dahi olsa daima koruyacak.
-Fakat ben, seni bir daha göremeyeceğim için çok üzgünüm.
-Meleğin sana sürekli benden söz edecek ve bana gelmenin yollarını sana öğretecek.
O sırada cennette bir sessizlik olur ve dünyanın sesleri cennete kadar ulasır. Bebek gitmek üzere olduğunu anlar ve son bir soru sorar:
-Tanrım eğer şimdi gitmek üzereysem lütfen çabuk söyle, benim meleğimin adı ne?
-Meleğinin adının önemi yok yavrum, sen onu ANNE diye çağıracaksın.

11 Ocak 2008 Cuma

BEBEK



Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri,kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu. Onun ipek yanaklarını daya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde : "Dokunma bana ..." diye bir ses duydu."Beni okşamaya hakkın yok senin..." Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı. Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu. Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü. Aman Allahım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu. "Bana yaklaşmanı istemiyorum" diye devam etti. "Hemen uzaklaş benden..." Kadın, biraz olsun kendini toplayarak : "Çocuklarımız hep erkek oluyor" dedi. "Onlar da güzel ama kız çocukları başka. Bu yüzden seni öpmek istedim.""Beni öpemezsin" diye ağlamaya başladı bebek."Benim de seni öpemeyeceğim gibi..." "Neden ?" diye sordu kadın."Neden öpemezsin ki ?" Bebek, hıçkırıklara boğulurken : "Bunun sebebini bilmen gerekir" dedi."Düşünürsen mutlaka bulacaksın..." Kadın, neler olupbittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi. Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken : "Geçmiş olsun hanımefendi" dedi."Başarılı bir kürtajdı doğrusu. Ha..! Sahi, "kız"mış aldırdığınız bebek."

GEÇ KALMAYIN !

Bu hikaye içime çok dokundu. Aslında bilirsiniz hikayeleri yorumsuz veririm üstüne konuşmayı pek sevmem. Ama bugünkü hikayelerde dünden kalma melankolikliğimin çok etkisi var. iyi okumalar.

Daha henüz 18 yaşındaydı ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapatmıştı kendini...Sokağa çıkmıyordu. Annesi, bir de kendisi. O kadardı bütün hayatı... Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa...Bir yığın vitrin önünden geçti, tam bir CD satan dükkânı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu, geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar... Hani,ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte...İçeri girdi. Kız,gülümseyerek koştu ona; "Size nasıl yardım edebilirim?" diye. Nasıl bir gülümsemeydi o...Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı... Kekeledi, geveledi, sonra "Evet!" diyebildi. Rastgele birini işaret ederek; "Evet, şu CD'yi bana sarar mısınız?" dedi. Kız CD'yi aldı, içeri gitti, az sonra paketle geri geldi. Genç kızdan aldı paketi, çıktı dükkündan, evine döndü. Paketi açmadan dolabına attı... Ertesi sabah gene gitti aynı dükkâna...Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba gene açmadan...Günler hep alınıp, sardırılan CD'lerle geçti. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda...Annesi; "Git konuş oğlum, ne var bunda?" dedi. Ertesi sabah,bütün cesaretini topladı, erkenden dükkâna gitti. bir CD seçti. Kız gülerek aldı CD'yi, arkaya gitti paketlemeye. Kız içerdeyken bir kâğıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz?" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi,notu kasanın yanına koydu gizlice. Sonra,paketini alıp kaçtı gene dükkândan... İki gün sonra evintelefonu çaldı... Anne açtı telefonu. Dükkândaki tezgahtar kızdı arayan. Delikanlıyı istedi, notunu yeni bulmuştu da... Anne ağlıyordu... "Duymadınız mı?" dedi. "Dün kaybettik oğlumu." Cenazeden birkaç gün sonra anne, oğlunun odasına girebildi sonunda. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı, oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü. Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı. İçinde bir CD vardı, bir de minik not..."Merhaba, sizi öyle tatlı buldum ki, daha yakından tanımak istiyorum. Bir akşam birlikte çıkalım mı?Sevgiler... Jacelyn "Anne, bir paketi daha açtı, onda da bir CD ve bir not vardı: "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.Sevgiler...Jacelyn "

10 Ocak 2008 Perşembe

SEBZELİ FIRIN TAVUK

Bu yazıyı yazarken dinlediğim müzikler benim aklımı başımdan aldı götürdü. Ne yazacağımı unuttum. Bu gün annemler geliyor. Bir haftadır Gaziantep'telerdi. Özlemiştik artık. Hele kızımın burnunda tütüyorlar. Durup durup "annane yerde" diyip duruyor. Annemler ne zaman bir seyahate gitse kızım onlarla küsüyor. Konuşmuyor telefonlarına çıkmıyor. Ama bunada ancak 3 gün dayanbiliyor. Ondan sonra telefonu elinden alabilene aşkolsun. Bütün gün olanların deteylı raporunu veriyor.anlatabildiği kadar anlatıyor. Onlar gelene kadar hırçın ve huysuz bir çocuk oluyor. Onlar gelince ise kusmuş alınmış pozları yapıyor. Üzgün duruyor. Kucaklarına çıkınca omzuna yatıyor hiç konuşmuyor. Biraz sonra açılmaya başlıyor.Çen çen konuşmaya başlıyor. Hele birde gelen hediyeleri gördükçe daha mutlu oluyor.Şimdi sizlere annemler gelecek diye yaptığım yemeği anlatayım.



MALZEMELER:

1 bütün tavuk

2 adet patlıcan

4 adet patates

4 adet biber

2 adet soğan

4 adet domates

4 diş sarımsak

2 kaşık antep biber salçası

2 kaşık antep domates salçası

1/2 su bardağı sıvı yağ

1/2 litre su


YAPILIŞI:

Tavukları çeşitli yerlerinden istediğimiz irilikte parçalıyoruz.üstüte yarımay şeklinde doğranmış soğan ve sarımsakları ekliyoruz. Patates,patlıcan,domates ve biberleri küp küp doğruyoruz. Bütün malzemelerin üstüne salçaları koyup sebzeleri ezmeden elimizle karıştırıyoruz. Sonra bir fırı tepsisine alıp suyunu,yağınıve tuzunu ekliyoruz. Üzeri nar gibi kızarıp tauklar pişince servis yapıyoruz.

GEÇ KALMIŞ İYİ YILLAR


Gerçekten geç kalmış bir yeniyıl hikayesi olabilir. Ama hepimizin içinden çıkaracağı çok şey var diye düşündüm. ÇOK TEŞEKKÜRLER BURÇİN . Hikaye gerçekten çok güzel.Mükemmel.
Son Bir Kaç Yıldır Gelenekselleştirdiğim Şekilde Pharmekeos'a indim yine Yeniyıl Öncesi. Pharmekeos, İstanbul'a İlk Yerleşen Uygarlık Medea'lılar İçin Kutsal Bir Koydur ve Medea Tanrıları Sihirlerini Hala o Koyda Tutarlar. İşte Bende Her Yeniyıl Öncesi Medea Tanrılarından Bir İki Dilek Dilemeye, Laklak Etmeye Giderim.
" Selam ihtiyar " Diyerek Yanaştım Yanına.
" O Klavye Gençliğinin Pharmekeos Müdürü Gelmiş " Şeklinde Alaycı Bir Cümleyle Karsıladı. O Gençlik Grubuna Ait Olmadığımı Düsündüğüm İçin Umursamadım Fazla.
Heralde Afrodit ile Arası İyi Degildi Bu Aralar, Huysuzluğunu Açarım Bırazdan. "Bir Yılı Daha Devirdik İhtiyar " Dedim Gülümseyerek.." Evet 1 Yıl Daha Yaşlandın.. Yaşlandın Ama YAŞADIN’ mı ?" Dedi.Anlaşıldı Bu Herif Dün Gece Afrodit ile Fena Atışmış Sinirini Bizden Çıkaracak. Bir Anlık Sessizliğin Ardından Devam etti " Korkak Bir Nesilsiniz " . En Ukala Surat İfademi Takınarak " Ne Diyorsun Ya " Diye Cevap Verdim . " Baskalarının Hayatını Yaşıyorsunuz, Kendinizinkini degil" Garip ve Gizemli Konuşmaya Devam Ediyordu.Sabrım Taşmıştı, Tanrı'ysa Tanrılığını Bilsin, İyice Hakarete Varan Söylemlerde Bulunmaya Baslamıstı. " İhtiyar, Derdin Ne ? Eveleyip Geveleyeciğine Anlatsana " Dedim.." Sen Son Bir Sene Kaç Kadının İsmini Andın Toefl Sözcügünü Zikrettigin Kadar Evlat ? Kaç Kez Yağmur Sonrası Toprak Kokusunu Ciğerlerine Çektin ? ve Kaç Kez Rüzgarın Sertliğine ve Titreciliğine Aldırmadan, Onun Uğultusuna Islığınla Eşlik Ettin? " .." Bunları Arada Sırada Yaptığımı ve Zevk Aldığımı Biliyorsun İhtiyar ".. Pehh Şeklinde Alaycı Bir Ses Çıkardı ve Devam Etti;" 365 Tane 24 Saatte Toplasan 40-50 Saat.. İşte Sizin En Büyük Sorununuz Bu Evlat, Dursut Değilsiniz en Başta Kendinize. Hep Sevgilinizden, Arkadaşlarınızdan Beklıyorsunuz; Ruhunuzun Derinliklerine İnmesini. Peki Kendi İç Yolculugunuza Kac Kere Çıkıyorsunuz ? Hadi Sevgilinize, Sevdiklerinize Maskelerinizden Soyunup Anlatamıyorsunuz Bazı Şeyleri, İtiraflarda Bulunamıyorsunuz..
Kendinizle Yüzleşmekten Niye Kaçıyorsunuz Bu Kadar ? İşte Bu Yüzden Korkak Diyorum Size Evlat. En Acısıda Sevmekten; Çıkarsızca, Şuursuzca Sevmekten Korkar Olmuşsunuz. Bir Eliniz Sürekli Kontrol Bütonunda Onu Bırakmaktan O Kadar Çekiniyorsunuz ki. Aranızda Uzun İlişkisi Olanlarınki de Alışkanlıktan Öteye Geçmiyor"
İhtiyar Kilit Yerlerden Vurmaya Başlamıştı, Acilen Toparlanıp Gardımı Almam Lazımdı. Fakat O İşaret Parmagıyla Beni Susturarak Devam Etti " Size Dünyanın en Görkemli Şehri İstanbul'u Bıraktık. Sen!! Evlat, Kaç Kere Kanlıca'da Yoğurt Yedin ? Salacak'ta Şarap İçtin ? Samatya'da Fasılın Doruğuna Vurdun ? Rumeli Fenerinde Güneşi Karşıladın yada Kuzguncuk'ta Zaman Kavramını Unutup Gecenin ve Manzaranın Sihrine Kayıtsızca Eşlik Ettin ? " Ee Be İhtiyar Belaltı Vuruyorsun. Niye Hep Anadolu Yakası ? Yenikoy - Pharmekeos Hattında Yapıyoruz İşte Bunları. Hem Siz Medealılar Değil miydiniz; Karşı Tarafı Kalkedon ( Körler Ülkesi ) Diye Tanımlayan ? Son Cümlemle İhtiyarı Biraz Yavaşlatcağımı Umuyordum, Gayet Sakince Söze Girdi," Bak Gördün mü Evlat, Sende Alışkanlıklarının Esiri Olmuşsun, Üstelik Sürekli Monotonluktan Nefret Ediyorum Diye Beynimi Ütülersin. Yeni Yerler, Yeni Yenler, Yeni Tadlar Yaşama Aşkıyla Yanıp Tutuşmalısın. En Özgürlükçünüz Bile Nihayetinde Kalıpcı. Kalıplarınızdan Kurtulup Suya Atlayamıyorsunuz, Yolculuklara Karşı Tedirginsiniz. Ve En Önemlisi Dış Yolculuk Biletinin Alınması İçin Önce İçe, İçinize Yolculuk Yapmak Gerektiği Gerçeğini Es geçiyorsunuz. "İhtiyar İyiden İyiye Domine Etmeye Başlamıştı Konuşmayı, Sırf Bozum Olmamak Adına, Savunmadıgım Ama Klişelesmiş Toplumsal Yargılarla Cevap Verdim İhtiyara " Gez, Eğlen, Düşün, Sev, Sevil, Cesur Ol vs.. Hep Soyutsal Kavramlar Üstünde Duruyorsun. Ya Somutsallar İhtiyar ? ".. Derin Bir Nefes Aldı.."Ders, Mezunıyet, Kariyer, Para vs.. Diyeceksin Dimi Evlat ? Dikmen, Öküzgözü, Cumartesi, Buzbag Kaç Para Be Evlat ? .. Pharmekeos daki Banklarda Özelleştirilmedi Henüz, Manzarasıda Şirketten Üstelik. Nefes Almanın, Kahkahalara Boğulmanın ya da Gözyaşının Vergiye Bağlandığını da Hatırlamıyorum. "..İhtiyar Bilgeliğini Konuşturmuştu. Daha Fazla Direnemicem Teslim Olma Vakti.. " İyisin Hoşsun da İhtiyar Tam Finaller Öncesi bu Gerçekleri Yüzüme Çarpmasan Olmazmıydı ? "Bilgece Bir Edayla Gülümsedi Oturduğu Banktan Kalkıp Omzuma Elini Attı" Finaller.. Mat, Fizik vs.. Değilmi ? Peki Hayatının Finaline Her Yılbaşında Biraz Daha Yaklaştığının Farkında mısın ? Unutma; Hayat Bir Göle Benzer, Suya Girdiğinde Karşı Kıyı Hiç Varılmıyacakmış Gibi Uzak Durur, Kıyıya Kulaç Kala Dönüp Arkana Bakarsın ki Sanki Hiç Yüzmemişsin...Gezin, Düşünün, Okuyun, Eğlenin, Affedin, Cesur Olun, Savaşmayın Sevişin Heleki Severek Sevişirseniz.. Haklarınızı Savunmada Fena Değilsiniz Zaten, ama Arada Tembellik Hakkınızın Varoldugunuda Hatırlayın.. " İhtiyara Olan Saygım Katlanmıştı Sanki.." Şimdi Gidebilirsin Evlat, Daha Yapacak Çok İşim Var Bugün " Dedi. Ee Şey İhtiyar Benim Yeniyıl Dileklerimi söyliyecektim Sana.." Bugün Konuştuklarımızı Akşam Yattığında Sorgulayıp , Reele Donüştürmek İçin Çabalarsan Eğer, Bütün Dileklerini Farkında Olmadan Gerçekleştireceksin Zaten " Dedi.. Tüylerim Diken Diken Olmuş Gözlerimde Tam Bir Şapşala Dönmüş Vaziyette İhtiyara Son Selamımı Çakıp ;Ah Bir de Rakı Şisesinde Balık Olsam Mısralarını Mırıldanarak Adımlarımı Pharmekeos Yokuşuna Doğru Yönlendirdim...Evet Gençler ve Daima Genç Olanlar, Bizim Medeali’nin 2008 Ögütlerini Hepinizle Paylaşayım Dedim.. Bunların Sihir ve Lanetleri O Kadar Güçlüdür ki 3000 Yıldır Etkisini Korur.. Sene İçinde Onu Anımsamanız, Onunda Sizin Yanınızda Olması Dilegi İle..
Hepinize İyi Yıllar!!!

9 Ocak 2008 Çarşamba

GÜVEÇTE ANTEP USULU TÜRLÜ

Bu türlü Gaziantep'te çok yapılan bir türlü çeşididir. Ama Gaziantep'te bu türlü daha çok dışarıda her şeyi ile hazırlanır.Eve öyle gelir. Evin bir ferdi kasaba gider ve kaç kişilik türlü olacağını belirtir.Gerisini kasap halleder.Güvece herşeyiyle hazırlar.Eti, sebzesi, yağı,soğanı ,patatesi herşeyi kasapta vardır. Hazırladığı güveç, tava, lahmacun her neyse onu hemen yanında bulunan taşfırına pişirmeye verir. Pişen güveci kasap alır çırağıyla şipariş veren kişinin evine dediği saatte sıcak olarak gönderir. Gaziantep'e giden varsa bilir belki eski semtlerin çoğunda kasabın yanında taşfırın vardır. Bu fırınlar antep tırnaklısı,kübban ekmek,açık ekmek(lavaş) gibi ekmeklerin yanında evden gönderilen pide ve lahmacun içlerini,yemekleri de pişirirler. Bu konuda Gaziantep kadınları rahat ederler. Size ilerleyen günlerde lahmacun içi,değişik pide içleri ve hamurlarını da tarif edeceğim. Kart okuyucumda sorun çıktı çektiğim resimleri bilgisayara aktaramıyordum. Ama sorun halledildi artık daha çok yemek tarifi yazacağım. Hepinize iyi günler.

Bu sırada daha aralarına katılamadım ama YAREN ve AYNUR'un kahvesi açıldı.Beni davet ettiler ama işlerimin yoğunluğundan sadece şöyle bir göz attım çok sıkı bir muhabbet vardı. Kolay gelsin.


Tarife geçelim.


MALZEMELER:


1/2 kilo kuzu eti

2 adet patlıcan

2 adet kabak

2 adet iri patates

250 gr taze fasulye

4 adet domates

4 adet sivribiber

2 kaşık antep biber salçası

2kaşık antep domates salçası

2 iri boy soğan

5 diş sarımsak

2 yada 3 parça kuzu kemiği

tuz,karabiber

antep pul biberi

kekik

2subardağı su

1su bardağı sıvıyağ




YAPILIŞI:

Bütün malzemeler küp küp doğranır. Güvece ilk önce kuzu kemikleri sonra kuzu etleri ,yemeklik doğranmış soğan,sarımsak,fasulye,kabak,patlıcan,patates sırasıyla konur. Sıraları önemlidir çünkü en geç pişen en alta konur. Siribiber ve domateste en üste konur.

Bir başka kabın içine salçalar,baharatlarve sıvıyağ koyulur 2 bardak su ile sos haline getirilir. Güvecin üstüne dökülür. Güveç folyo ile iyice kapatılır.Fırından çıkınca iyice karıştırılıp sevis yapılır.

FIRIN MAKARNA

Belki de ilk öğrendiğim yemeklerdendir. Bir margarin kitapçığında bulmuştum bu tarifi. Annem çalışıyordu. Bende liseye gidiyordum o sıralar. Akşam annemler eve geldiğinde sürpriz olmuştu anneme.Değişik bir yemek yapmıştım. Ama çok yağlı olmuştu. Annem dediki:"margarin katoloğundan aldığın için yağlı olmuş yağı daha az koy"dedi. Ondan sonra öğrenmeye başladım tarifleri kendime uyarlamayı. ondan sonra özellikle kardeşimle ikimizin favori yemeği oldu. Arkadaşlarım ve elemanlarımızda benden sıkça isterler. Bu sefer bir değişiklik yaptım. Güvecin yanına yaptım.
İnşallah beğenirsiniz.


MALZEMELER:
BEŞAMEL SOS İÇİN:
1 litre süt
2 kaşık un
2 kaşık sıvıyağ
1/2 su bardağı kaşar peyniri
tuz,karabiber
MAKARNASI İÇİN:
1 paket fırın makarna
tuz
su
ÜZERİ İÇİN:

1 su bardağı kaşar peyniri

YAPILIŞI:
Tencerede yağ ve un kavrulur. Üzerine yavaş yavaş süt eklenerek karıştırılır. Kaynayıp boza kıvamına gelene kadar pişirilir.
Ayrı bir tencerede su kaynatılıp içine makarnalar boşaltılır.Biraz diri pişirdiğimiz makarnaları soğuk suya tutulur. Sonra ılık olan sosun 2/3'ü makarnaya iyice karıştırılır. Yağlanmış fırın tepsisine dökülür. Üzerine ayrılmış olan sos yayılır. En üstüne ise kaşar yayılır. Üzeri kızarınca fırından çıkarılır. Dilimlenerek servis yapılır.

8 Ocak 2008 Salı

YAŞLI ADAM VE KADIN


Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektör'ün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti... Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı..Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu.. Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı...Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi.. Sonunda sekreter,dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu..Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu?Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kabetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı.Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam" dedi, sert bir sesle, "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner...""Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın.. "Anıt değil... Belki, Harvard'a bir bina yaptırabiliriz". Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak, "Bina mı?" diyerek tekrarladı, "Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı..."Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi.. Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?" Rektör'ün yüzü karmakarışıktı.. Yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California'ya, Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD'u.

KELEBEĞİN HİKAYESİ



Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi. Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi. Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü. Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden , kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı. Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu. Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek , hayatının geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadı. Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey , kozanın kisitlayiciliginin ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın , Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kisitlayiciligindan kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu. Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti: Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey , çabalardır. Eğer Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalırdık . Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla uçamazdık..

6 Ocak 2008 Pazar

ÖNYARGI


UZAK KÖYLERDEN BİRİNDE BİR AİLE YAŞARMIŞ. BİR DE YANLARINDA BİR GELİNCİK. GELİNCİK HER ZAMAN AİLENİN YANINDA ÇOCUKLARI GİBİYMİŞ. GÜNLER BİRBİRİNİ KOVALAMIŞ KADININ BİR ÇOCUĞU OLMUŞ. ARTIK 4 KİŞİ OLMUŞLAR.
BİRGÜN ANNE ÇOCUĞUNU GELİNCİĞE EMANET EDİP ÇARŞIYA GİTMİŞ. DÖNDÜĞÜNDE GÖRDÜĞÜ MANZARA KORKUNÇMUŞ. GELİNCİK KAPININ ÖNÜNDE, AĞZI BURNU KAN İÇİNDE. ANNE GELİNCİĞİN BU HALİNİ GÖRÜNCE AKLINA ÇOCUĞUNUN ÖLDÜĞÜ GELMİŞ VE O SİNİRLE GELİNCİĞİ ORADA ÖLDÜRMÜŞ. SONRA BİRDEN BİR BEBEK SESİ DUYULMUŞ. EVE GİRDİĞİNDE BEBEK YATAĞINDA YATIYOR VE YANINDA DA KOCAMAN BİR YILAN VARMIŞ. EINSTEIN'IN DA DEDİĞİ GİBİ : İNSANLARDAKİ ÖNYARGIYI YOK ETMEK, ATOMU PARÇALAMAKTAN DA ZORDUR.

5 Ocak 2008 Cumartesi

" KA YAĞIYO"









Bugün ŞİLE'de lapa lapa kar yağıyor. Aslında burada kar yağdığı ve her tarafın bembeyez olduğu çok zor görülür. Senede ya bir yada iki kez olur. Bugün Şile bu kışın ilk karını gördü. Çocuklar çok mutlu. Çok fazla kar tutmamış olmasına rağmen kayan çocuklar,atkılarına berelerine sarınıp kar keyfi yapan insanlar. Benim kızım ise cama yapışmış ağzı açık bakıyor. Arada bir "ka yağıyo" diyor. Geçen sene bir kere daha görmüştü karı.Onda da kardeşimin arkadaşı öğretmişti karı. Ondan sonra ne zaman yağmur yağsa "ka yağıyo" demişti. Zorla öğretmiştik onun yağmur olduğunu. Ama işte bir sene sonra yine kar yağıyor. Kızım şaşkın. Ya geçen seneyi hatırladı yada hiç hatırlamadı bu ne diye bakıyor. Ama ne olursa olsun kızım mutlu ve şaşkın. Neden insanlar kar yağınca mutlu olur acaba. Bunu bilmiyorum ama benide mutlu ediyor kar.
Bir tek şeyi düşünüyorum. Evi olmayan insanlar ne yapıyor. Ya yakacak bir şeyi olmayanlar. Çevremizde yardıma ihtiyacı olan insanlar varsa onları ihmal etmeyelim. Yiyecek,içecek ve yakıt yardımında bulunalım. Yalnızca özel günlerde onları hatırlamayalım. Kimin ne olacağını kimse bilemez. Allah kinseyi o durumlara düşürmesin. Allah hepimizi korusun ve kollasın.
Sevgiyle güzel günlere.